Norveçli yazar Knut Hamsun’un Açlık romanını okurken bir cümle dikkatimi çekti. Çok uzun süredir düşündüğüm bir soruya yanıt vermeyen hatta aynı soruyu tekrar soran bir cümle idi. “Ne diye tasa çekiyorum sanki; ne tıkınacağımı, ne içeceğimi, fani vücut dedikleri bu rezil solucan torbasını hangi çullara bürüyeceğimi düşünerek?” Yazarın otobiyografisi olduğunu öğrendiğim bu romanda beni etkileyen pek çok cümle olmuştu. “Uyuyakalmıştım, polis uyandırdı. Merhametsizce, tekrar hayata ve sefalete çağırmışlardı beni.” Bu cümleyi okurken eşimin diş hekimi randevusu için sabah kahvaltı yapmadan erkenden çıkıp hastaneye gelmiştik. İşleme girdiğinde saat 09:45 gibiydi ve ben bu cümleyi okurken saat 10:10’du. Her akşam 19:00’dan sonra yemek yemeyi bıraktığım için hayli zorlu geçen bir açlıkla yüzleşiyordum ve elimde yaşadığım durumu aynı zamanda bir kitapta okuyordum.
Aynı anda hep açlık çekerken, hem de yazarın dediği gibi “ne diye her sabah uyanıp, işe gelip, eve dönüp, sonra uyuyorum?” sorusu tekrar canlandı zihnimde. Hafif hafif ağrıyan başım “Yahu boşver bunları, git bişeyler ye” diyordu. Beden dediğim solucan çuvalı ısrarla beslenmek istiyor, onun beslenememesi güya bedenimden ayrı düşündüğüm zihnimi oyalıyor hatta engelliyordu. Soruma hala yanıt bulamamıştım ama sorumun yanıtının açlığımı tatmin etmekten geçtiğini anladım.
Öğlen iş yerine döndüğümde ilk işim öğlen yemeği için gelen kumanyalara dalmak oldu. Yemek bitene kadar da zihnimde hiçbir soru canlanmadı. Karnım doyduktan sonra da o soruyu bir süre düşünmedim. Akşama doğru işle biraz yoğunlaşınca yine aynı soruyu sormaya başladım. Bu kez aç değildim. Demek ki sorun aç ya da tok olmam değil o an içinde bulunduğum durumun zorluğuydu. Soruyu hep sıkışınca soruyor, ama rahata erince unutuyordum. Cevap verebileceğim en rahat zamanlarımda soru ile ilgilenmiyordum, belki de cevaplayıp rahatımı bozmamak içindir. Bu sahneyi hatırladım. Romandaki kahraman da cebine parayı koyunca veya koyacağını düşününce bir anda mutlu oluyor ve dünyaya bakışı değişiyordu. Makar Devushkin’i de anımsattı tabi söylemeden geçmeyeyim.
Zaten “soru”nun doğasında bu yok mudur? Zor zamanlarda doğar ama cevaplanamaz, kolay zamanlar da ise akla gelmez.