Çevremdeki kadınların hemen hepsi altını ve mücevheri sevmezler. Arada bir gümüş ya
da benim anladığım mücevher sınıfına girmeyen bir iki incik boncuk takarlar.
Mukadder ete bakın ki, ben de frapan kadınları severim. Mücevheratı düşkün olanlara
tutkuyla bağlanırım.
Ertuğrul Özkök, bir yazısında tezgahlarda görünen takılar üzerine yazmıştı.
Demek ki onları mücevherattan sayanlar var.
Ağır mücevherat, benim kastettiğim, takana ve takıla baktıran cinsinden.
Altının parıltısını çok sevdiğimi zannetmeyin, hatta o sarılık beni rahatsız eder.
Kapalı Çarşı’dan, Kuyumcular Çarşısı’ndan geçerken birden kendimi, altın sayan
Honoré de Balzac’ın ünlü kahramanı Eugénie Grandet gibi hissederim. Sanki altınların
rengi göz bebeğime vurmuştur.
Güzel bir kadının göğsünde taşıdığı elmas, yakut, zümrütten oluşan bir gerdanlık beni
büyüler. “Kimi büyüyemez ki” diyeceksiniz…
Bazen o güzel kadına mı, o paha biçilmez mücevhere mi bakıyorum, ayıramam.
Uydurmak kolyelere yüz verdiğimi sanıp da tutkumu lütfen ucuzlar atmayın.
Erkeklerde mücevherden nefret ederim. Serçe parmağına takılana bir anlam veremem.
Elim madene değdiği anda ürperirim, o yüzden de saat kullanamam.
Erkek bileklerindeki altın saatler, şehre alışamamış bir köylülük göstergesidir benim
için.
Göğüslerinde asıllı kolyeler… Aman aman pazar zevkinizi bozmak istemem.
Mücevherin imitasyon onunu kullananlara kızıyorum. Beni aldatmaya ne hakları var?
Sahici isini dolapta saklayacak aksan niye aldın? Bencil kadınlar ancak onu tek
başlarına seyrederler.
En az sevdiğim takı bileziktir. Özel işlenmişleri, yöresel zevkleri taşıyanları zaman
zaman beğensem de, benim indimde bir kez gözden düşmüş.
Hâlâ düğün resimlerinde kolu bilezikli gelinleri görünce hemen kapatırım o sayfayı.
Eskiden zenginlik anlatan cümlelerden biri de şöyleydi: “Kolu bilezikten kalkmıyor.”
Elizabeth Taylor’a hayranlık nedenlerinin başında mücevhere olan tutkusu gelir.
Mücevher, takı, taşıyanın kimliğini ele verir.
Ailesinin geçmişinden, maddi durumundan zevkine kadar geniş bir biyografi ve aile
kütüğü yansır o taşların pırıltısından.
Güzel bir kadının iyi dikilmiş tayyörünün yakasında mutlaka bir broş ararım.
Elmas ile pırlantaya ayrıcalıklı bir yer verdim her zaman.
Yarı değerli taşları da çok severim, genç yaştaki kızlara, genç hanımlara daha çok onları
yakıştırıyorum.
Kırmızı akik, turkuvaz lapis lazuli.
Louvre Müzesi’nin içindeki bir mağazada yarı değerli taşların güzelliğini gördüm.
Güzel bir kadının özlemini çekiyordu hepsi.
Mücevher ne anlam ifade eder?
Adrian W. B. Randolph ne diyor:
“Süs nesnelerini anlam yakıştırmak kolay değildir. Bu tür nesnelerde anlam aramak
yerine, parıltının göz alıcılığına, görkemin güzelliğine sapar aklımız.” (P dergisi, Çağlar
Boyunca Takı ve Mücevher Özel sayısı, s. 44).
Güzel kulaklar küpesiz çok çıplaktır.
Tercihim ya elmas ya da inci.
Uzun, ta omuzlara sarkan, yere değen köpek kulaklarını andıran küpeleri Carmen’den
başkasına yakıştıramıyorum.
P dergisinin Çağlar Boyunca Takı ve Mücevher Özel Sayısı’ndaki mücevherleri
seyrederken, onları tanıdıklarımın boynuna, gerdanına, kulağına taktım, “Kime hangisi
gidebilir?” sorusunun cevabını aradım.
Altın ve lal takı setini kendime ayırdım.
Mizanseni hazırladım.
Sevgilimin boynunda ışıldıyor. Akşam güneşinin takımdaki yansıması yüzüne vuruyor.
Ondan ötesini müsaade edin de sizinle paylaşmayalım.
Not: Bu yazı Doğan Hızlan’ın On Birinci Kat Yazıları kitabından alınmıştır.