Damla söylenişte sıradan oldukça saf ve ufak bir nesneyi görseli ifade ediyor olsa da
etkisi öylesine büyük ki milyarlarca yıldır insan oğlunu şekillendirmiş adeta onsuz
yaşam kurulamamıştır.
Bilim insanları dünyamızda ilk canlı organizmaların bir damlanın etkisiyle oluştuğu
üzerine tezler, teoremler yazmışlardır. H2O saf suyu ve bileşiğini temsil eder, saf su
tabii en yakın örnek yağmur damlalarıdır.
Kim kendinin bir damladan çıkmadığını söyleyebilir ki…
Bir damla düşer, sonrasında saf ama ağlayarak gözyaşı dahi dökmeden dünyaya geliriz.
İlginç bir tezat melek misali günahsız iken nedendir ağlayarak dünyaya geliyoruz.
İlk etapta suyun saf olması sempatik gelse de etkisiz eleman vasfına sahiptir.
Damla yer yüzüne düşer toprak ile buluşmasından sonra yer altına, nehir yataklarına
doğru başlayan serüvende geçtiği yerlerden aldığı mineraller sayesinde formatını bulur.
Canlılara yararlı bir etkiye dönüşür.
Hz. Mevlâna ne güzelde özetlemiş hamdım, piştim yandım. Damla da toprak ile harş
oluyor bütünleşip diriliyor faydalı hale geliyor.
Bunlardan en kutsalı da zemzem olsa gerek. Rabbimizin özel kıldığı damlalar.
Eğitim, deneyim, çevre, aile vs. faktörler ile şekillenerek kendimize, topluma faydalı
bir birey oluyoruz veya biz biz oluyoruz.
Suyun minareleri emmesi misali bizlerde eğitilerek okuyarak gözlemleyerek bir akışın
içerisinde ilerliyoruz.
Zaman zaman akış hızını kesen setleri taşarak kimi zamanda buhar olup tekrar tekrar
üzerinden aşarak farklı yollar izleyerek bir ömür kat ediyoruz. Ta ki bir çukuru
dolduruncaya veya damla misali barajdaki yerimizi alıp, bizleri çağıracakları güne kadar
...
İsrafil meleği Sur’a üflediğinde damlacıklarımız gökyüzüne doğru yükselirken , barajda
ki sularda çıkış borusundan hızla aşağıya inerek Sur’a üflenmişçesine yüksek bir
noktadan aşağıya uzanan borunun çeperlerinden geçerek bir yandan enerjiye diğer
yandan esaretin bitmesini kutlarcasına köpürür ve yüksek ses ile gökyüzüne yükselirler.
Damlacıklar içindeki minarelin ağırlığı ölçüsünde yükselişini sürdürür, bizler de
inancımız gereği hayır sevap terazisinde cennetten bir köşk arayarak gökyüzüne doğru
yükseliyoruz.
Damlasında hayrı az olanlar alt , fazlalar ise üst mevkilerde taktir ölçüsünde yer bulur.
İnsanın safı da eğitimsizi de çevresine fayda etmeyeni ne ise suyunda saf olması fayda
vermiyor.
Deniz misali, uzaktan ne güzel diyerek üzerine şiirler şarkılar yazar iken susuzluğa
fayda olmuyor.
Yüzlerce yıl, Nil deltasına, Fırat ve Dicle ise Mezopotamya topraklarına bereketli
damlalar taşımış bolluğu izleyen âdemoğulları da medeniyetler inşa etmişler.
Beşerin medeniyetini yapan faktör o basit gördüğümüz damla olsa gerek onun olmadığı
topraklar çorak ve kurak şekilde ıssızlığın ortasında kaybolmaktalar.
Su yanıcı bir madde değildir, ateşi söndürür fakat suyun bileşimindeki oksijen yakıcı
bir gazdır, hidrojen ise yanıcı bir gazdır. Ne ilginç yanıcı ve yakıcı iki unsur bir araya
gelerek söndürücü bir madde olan suyu meydana getirirler.
Âdemoğlu da damla misali faydalı ve zararlı minareleri barındırıyor. Kiminin yokluğu
yüzlerce yıl geçse de aranıyor kiminde esamesi olmadığından selası okunmuyor.
İnsan değil mi ki ! vicdani ve vahşiliği üzerinde gidip geliyor . Bulunduğu ortamda ağır
olan yön açığa çıkıyor. “Sineklerin Tanrısı” misali özü saf olanlar zamanla iktidar hırsı
ile çevrelerine zarar vermekteler. Güce sahip olanda korumak için...
Kimi pişer kul olur
Kimi ham kalır kum olur.
Yer altı sularını kirleten binalar, sanayi atıkları, insani kirlilik, saf damlalara negatif
enerji ve kirlilik verir iken, bizlerde yaşayabilmek vücudumuzun %90 teşkil eden
fizyolojik ihtiyacımızı karşılayabilmek adına artık nereden ne şekilde olduğunu
bilmeden yudumluyoruz.
İnsan ne yer ise o dur teoremi doğru ise saf damla ile başlayan yaşamda zehirli ve kötü
enerji yüklenmiş damlaları tüketerek nereye kadar doğru olabiliriz ki…
Saf iyi insanı ararcasına suyunda saf halini arar hale geldik.
Su ve Çamurdan ibaret olduğumuzu, farkımızın ruhta gizli olduğunu fark edip
uyguladığımız gün damla misali yükseleceğiz.