Soğuk bir kış günü, sıcak evimin salonunda oturmuştum. Dört yaşımdaki kızımın bronşit atağı geçirmesi nedeniyle nebül cihazını(buhar cihazı) ve ilacını hazırladım ve onu yanıma çağırdım. Sitenin bahçesine bakan geniş pencerenin tam karşısına kurulduk. Buhar cihazını çalıştırdım. Motorun sesi ayrı, maskenin haznesinde buharlaşan ve buharlaşırken fokurdayan ilacın sesi ayrı geliyordu. O an, kızımın masumiyeti ve güzelliği karşısında babalık hislerim beni ona sarılmaya itti. Sarılıp şöyle bir de saçlarındaki kokuyu içime çektim. Birkaç saniye böyle durmuş dışarıyı seyrederken, kızım dönüp bana “baba bu perdeleri değiştirelim mi?” diye sordu. Önce şaşırdım, sonra da bu sözü tefekkür etmeye başladım.
Dedim ki; bu söz ta Havva annemizden beri gelen insanın üretmeye ve ilerlemeye sevk eden söz. Erkek için itici bir güç. Bir erkek olarak düşündüm. Evin içindeki hiçbir alet ve cihaza ihtiyacım yok. Olmasa da yaşarım. Perde olmasa takmam, kanepeyi görünmez yere taşırım, pencereye gazete döşerim veya önüne dolap koyarım. Kanepe olmasa dert etmem, bir minder koyar otururum, bir sandalye bulurum vesaire. Bulduğum tüm çözümler ucuz, renksiz ve asla ileriye miras kalmayacak şeyler.
Ama dört yaşındaki bir kız çocuğu içindeki hisler, söylediği sözler ve oyunlarıyla bile hep bir şeyleri düzenleme, güzelleştirme peşinde. Perdenin rengi, koltuğun düzeni, halının şekli vesaire. Biraz daha düşündüm. Hanım, bana ne dese veya ne istese önce itiraz edip gereksizliğinden dem vuruyorum. Sonra doğal olarak bir şekilde isteği vuku buluyor. Tabi sonradan isteğinin faydalı olduğunu ancak kullanınca veya faydalanınca fark ediyorum.
Biz erkekler güzellikten ve güzelleştirmeden anlamıyoruz galiba. En iyisi bunu anladığımız tek güzelliğe yani kadınlara bırakmak.