Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Evden Uzaklaşmanın Bedeli Hep Ağır Olur!

Evden Uzaklaşmanın Bedeli Hep Ağır Olur!

Osman Efendi’nin yıllar önceki telaşını hiç unutamam. Bir fidanlık için ama herkesinkinden farklı bir fidanlık oluşturmak için canhıraşane çalışıp duruyordu. Fidanları çok özel seçiyor, yerlerini dikkatle kazıyor, can sularını en safından veriyor ve genetiğiyle oynanmaması için her türlü müdahaleyi engelleyecek bir koruma altına alıyordu. 

Osman Efendi ilk defa bir yeni fidanlık oluşturmak hevasıyla etrafa ümit bulutları dağıtıyor gibi bir konumda kendini gösteriyordu. Zemindeki her şeyin simasında semadan gelen kararların olduğunu da bazen unutarak kendi fidanlığını diğer fidanlıklardan çok üstün görüyor ve öyle olduğunu zannediyordu.

Yıllar geçmişti bu fidanlığın büyüme serüveninin üzerinden. Osman Efendi’nin ellinden budama makası hiç düşmemişti. Ektiği fidanlar büyüdükçe onları daima budamıştı. Etrafa gölge vermesinden ziyade semaya yükselip istikbali gölgelemesini istemişti. Fidanlarının bilhassa çok güvendiği fidanlarının yatay büyümesini göz ardı eden bahçıvan Osman Efendi bir müddet sonra boyu yetişemediği için budama yetkisini de kaybetmişti.

Yıllar geçmiş Osman Efendi’nin ağaçlarının semadaki gölgesi zemindeki bütün diğer bodur ağaçların üzerine düşmüştü. Gövdesi de kalınlaşan semaya uzanan o ağaçlar zeminde kendilerine yeni boşluklar oluşturuyorlardı. Onları kesmeye gücü, kudreti yetmeyen Osman Efendi’nin en sevdiği ve sürekli temas ettiği ağaçlar bir bir o kocaman gövdeli ağaçların kurbanı oluyorlardı.

Semaya yükselenler zeminden habersiz olurlarsa uzun yıllar yaşayan çınarlar gibi gölgelerinden habersiz olurlar. Uzun yaşarlar ama bir gün mutlaka unutulmaya mahkûm olurlar. Osman Efendi bu defa dövünüp durmaya başladı. Semayı meşgul eden o koca fidanlarının kendisinden uzaklaştığını ve onlara hüküm sürmenin bir yolunun bulmanın imkânsızlığını fark etmişti ama geç kalmıştı. Çaresizliğini aleme ilan etmek için önce elindeki kör testere ile o semaya yükselen ağaçları kesmek istedi. Lakin gücü yetmedi. Ardından elinde kalmış birkaç taze fidanla yeniden bir fidanlık oluşturmak için oradan ayrıldı. Bulduğu yeni boşluğa o fidanları dikmek istedi. Vaessefa vahasreta Osman Efendi’nin artık ne toprağı eşecek takati ne de onların büyümesini görmeye tahammül edecek heyecanlı bir ömrü kalmıştı. Çareneçar elindekileri rast gele bir yerlere ekiyormuş gibi yaptı. Onlar da hudayinabit mirasyediler gibi birer birer o fidanlıkta büyümeye başladılar.

Mamafih herkes hatta Osman Efendi’nin en sevdikleri dahi ülkedeki en yeni ve güçlü kök salmış o büyük çınarların olduğu alana koşmaya başladılar. Çünkü en kuvvetli rüzgarlar oradan esiyor, en güzel gölgelikler orada bulunuyor, geleceğe kök salacak en güzel arpalıklar orada yeşeriyordu. Hatta o bahçede hiç büyümeyenler bırakın büyümeyi o bahçeyi yok etmeye çalışanlar dahi sahte aşıklar ve yandan çarklı kırık sevdalılar gibi oraya göz kırpmaya ve o çınarların dikkatlerini kendilerine çekmeye çalışıyorlardı.

Evet Osman Efendi ektiğini biçmişti! Çünkü semadan habersiz bir zeminin asla olamayacağını ortaklık vukuunu menneden şeylerin ortaklığı çok kısa süre sonra bozacağını düşünemeden kendi iradesini külli iradenin önüne geçirmişti. Bütün bahçelerden habersiz ve bütün ağaçların ortak büyüme iradesinden uzak bir cüzi iradeyle ve dahi adetullaha muhalif olarak kendi bahçesinin çok yeterli olduğunu düşünerek diğer bahçelerin de varlığını ve ihtiyacını göremeyerek yetiştirmeye başladığı fidanlıktan kovulmuş nihayette ömrünü büyük acılar ve inkisar-ı hayaller neticesinde tamamlamıştı. Anlamıştı ağacın kurdu kendi içinden olunca ağaç çürür ve fidanlık kurur.

Çok gariptir ki Osman Efendi’nin o eski fidanlığı kurumamıştı. Hatta oradaki göğe yükselen çınarlar çok gürbüzleşmiş herkese yetecek bir gölgeliğe malik olmuş gibi bir esintiyi var oldukları coğrafyanın her tarafına yollar gibiydiler. Hem size söyleyeyim öyle de güzel ılgıt ılgıt esen bir meltemmiş gibi sallanmalarından çıkan o hoş sesleri ve o sesleri taklit eden sessiz gölgelikleri etrafa öylesine yayıyorlardı ki bir anda her taraf cennete dönecek gibiydi.

Le yâr! Kısa süre sonra mal davara karışmıştı. Koca çınarlar tamamen zeminlerinden habersiz kalmışlardı. Gölgelerinde yetişen piç bitkiler ve yabani sarmaşıklar bütün alanı sarmıştı. Hatta o çınarlar içinden en gürbüz çınar olan ve her tarafı gölgeleyen çınarı da istila etmişlerdi. Bu piç bitkiler o koca çınarın kökünü ve gövdesini öyle güzel sarmışlardı ki bir taraftan gövdesine masaj yaparak semadaki iktidarının mutlaka devam etmesini bütün ince liflerden yukarıya kadar hissettiriyorlardı diğer taraftan da o zehirli ve müstevli sarmaşık ve sırnaşık halleriyle çınarın zemindeki bütün gövdesini kaplayarak ona ulaşacak hane halkından onu koparıyorlardı.

Kurt gövdenin içine girmişti. Çınar istila edilmişti. Fidanlık tamamen hudayinabitlerin gölgesiyle gölgelenen bir arpalığa dönüşmüştü. Çınar silkelendikçe onu istila edenler daha güzel yerleşiyordu çınarın gövdesine. Çünkü çınar semaya yükseldikçe zeminden habersiz olmanın bedelini ödemeye başlamıştı. O koca çınar arada bir onu toprağa koyan Osman Efendi’nin ilk haline uzanmak istiyordu ama artık vakit geçti. İster hudayinabitler ister piç bitkiler ister gövdeyi zeminden habersiz bir sema iktidarıyla mutlu etmeler yoluyla olsun artık zemin yüz yıllık varlık iktidarını tekrar semaya hâkimmiş gibi görünen çınarın bütün boşluklarına yerleştirmişti. Çınarın yapacağı bir şey yoktu.

Aslında en büyük yanlışlığı Osman Efendi yapmıştı baştan. Bu saf fidanları eski genetiği bozulmuş, her türlü ifsadın ve kokuşmuşluğun yeşerdiği bir toprağa ekmişti. Yani fidanlığın toprağını değiştirmeden, temizlemeden ve steril hale getirmeden ekim yapmıştı. Sadece fidanların zemin üstündeki büyümesine dikkat çekmiş toprağın altına kök salan alemiyle hiç ilgilenmemişti.

Evet Osman Efendi’nin ve dahi cemiyetinin yaşlanmaz diye ümit bağladığı o koca çınar da yaşlanmıştı. Hem de hiç beklenmeyen büyük bir istila ve istimlak ile. Osman Efendi geç anlamıştı belki de hiç anlamamıştı fidanlığın zeminini ıslah etmeyenin semasına hükmü geçmeyeceğini.

Kocamış çınar ise evden uzaklaşmanın, zeminden kopmanın bedelini ödemeye başlamıştı çoktan. Yalnızlığın hüznü, kuşatılmışlığın oluşturduğu tecrit edilme durumu her gün koca gövdesini daha bir yıpratıyordu. Semanın hükmünü yerine getirme yükselmeleri yavaşladığı gibi zemine yeniden ulaşma emellerinin de ucu kısalıyor, olduğu yerde içten içe çürümeye başlıyordu.

Ve cemiyet yeniden yola düşmüştü. Evinden uzaklaşmayacak, bütün geçmişiyle hesaplaşacak, eski topraktan yeni fidanların yeşermesinden ziyade yeni topraktan eskimez ağaçların büyümesini bileceklerin peşine düşmüştü.

Umarım bulur onları dünyanın altı üstüne gelmeden!

Güncellenme Tarihi
  • 25 Ağustos 2024, 01:21
Yazının Adı
Evden Uzaklaşmanın Bedeli Hep Ağır Olur!