Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Felaketin Ardından

Felaketin Ardından

En son “Acı Üstüne” başlıklı yazımda, acıyı çok eksik, çok sıradan, çok yüzeysel tanımlamışım. Şimdi anlıyorum. Daha fazlasını yaşamadan, gerçek acıyla karşılaşmadan ve yüzleşmeden insan acıyla tanıştığını sanıyor. Oysa yaşamımdaki belki de en büyük acıyla 6 Şubat sabahı uyandığımda tanıştık. O sabaha kadar gerçekten acılar yaşadım, o acıları küllendirdim ve hatta alıştım sandım. Bu duyguyu Cahit Sıtkı ne güzel anlatmış:

“Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç farkettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”

6 Şubat sabahı ülke olarak bir kıyamet simülasyonunda uyandık. Gökyüzünün rengi değişti, çiçeklerin kokusu değişti, dokunuşlarımızdaki hassasiyet, gözyaşımızın tuzlu tadı değişti, yeryüzü değişti, biz değiştik…

O sabah binlerce hayatla birlikte, yaşama dair binlerce hayal, binlerce plan, binlerce umut, binlerce fikir, binlerce duygu da bedenlerle birlikte gömüldü. Sıradan telaşlar, günlük beklentiler, geleceğe dair hedefler de o sabahla birlikte kayboldu. O sabahtan sonra kimileri bu felaketi sade bir doğa olayı olarak tanımladı, kimileri sayılarla açıklamayı seçti, kimileri bundan sonrasını tahminlemeye çalıştı, kimileri nereye nasıl yardım yapılacağını tartıştı, kimileri de süreç yönetiminin unsurlarına odaklandı… Ama tüm millet acıda birleşti, ve hatta tüm dünya da bu acıya ortak oldu. Ülkemizin son yüzyıldaki en büyük acısına… Tek yürek olarak acıyı en derinlerimizde hissettik, çünkü daha ötesi yoktu…

Ben 12 Kasım 1999 Düzce depremini, Düzce’de fay hattının geçtiği bölgede yaşayanlardanım. Soğuk ve karanlık bir Kasım akşamında, sobanın sıcağında annem ve babamla ısınırken, ertesi günün planlarını yapıyorduk. Benim için o günler mesleki olarak çok heyecanlı, asistanlık dönemimin ve elimin ekmek tutmaya başladığı bir dönemdi. Planlarım, hayallerim, hedeflerim, umudum pırıl pırıl aydınlıktı. Sobanın ateşi iyice alevlendiğinde, bir anda büyük bir gürültü koptu; çığ düşmesi, bomba patlaması, toprak kayması gibi bir gürültü. İzlediğim filmlerden benzetmeye çalıştığım, daha önce benzerine şahit olmadığım bir ses. O sesle birlikte bir anda gelen ve sanki büyük bir dev tüm evi olduğu yerden kaldırıp yine yere vuruyormuşçasına yaşanan bir sarsıntı ile yere çöktüğümüzü ve ana kapıya yöneldiğimizi hatırlıyorum. Annem 1967 Sakarya depremini hatırladığından, sürekli “deprem oluyor, yere otur başını tut” diye bağırıyordu. Sarsıntı tüm şiddeti ile devam ederken bir an babamın kapıdan bahçeye çıktığını gördüm. Geri döndü bize baktı ve kapıyı kapatıp içeri girdi yeniden. Bizi bırakamamıştı, çünkü babaydı…

Sonsuz gibi gelen sarsıntı bittiğinde elektrik kesilmiş, etraf dağılmıştı; dışarı çıkmak için yolumuzu bulamayacak kadar şaşırmıştık. Kendimizi toparlayıp evden dışarı çıkabildiğimizde, komşularımızın çığlıkları, bağrışmaları, gökyüzünün aydınlık ve pürüzsüz sükuneti, sevdiklerimizin nerede ve nasıl olduklarına dair merak aklımızı başımızdan almıştı. Babamın, kendi içindeki korkuyu bastırmak istercesine “komşular korkmayın, bir araya toplanın” diye haykıran sesi hâlâ kulağımda… Sonrasında akrabalarımızı ziyaret edişimiz, bahçede yaktığımız bir ateşin etrafında toplanarak gelecek iyi haberleri umutla bekleyişimiz ve ardı ardına gelen vefat haberleri, sonra soğuk, sonra yalnızlık ve hüzün, sonra tekrar soğuk ve tekrar yalnızlık. Herkesin birbirinin enkaz altında kalan yakınına yardımcı olma yarışı. Birbirimizin bahçesinde yufka açmak için yardımlaştığımız günlerdeki gibi, enkaz altından akrabalarımızı çıkarma yardımlaşması. Omuzlarımızda büyük bir ağırlık, her geçen zaman daha büyük bir yalnızlık. O günkü üşümeyi, susamayı, acıkmayı, ağlamayı, yaralanmayı unutmam mümkün değil. En acısı sadece o gün değil, sonraki günlerde de devam eden yalnızlığı, imkansızlığı, donanımsızlığı da…

12 Kasım’da yaşadığımız kayıpların acısı ve yalnızlık duygusu küllendi mi, küllendiyse ne zaman küllendi, eskilerin dediği gibi “unutulmadı ama alışıldı” mı bilemiyorum ama 6 Şubatta yaşanan acıyı biliyorum.  Bu tanıdığım acı, çıktı küllendiği yerden geldi ve yeniden alevlendi daha büyük bir hararetle. Misli ile büyük çaresizlik, misli ile büyük ağırlık ne zaman ve nasıl küllenir insanlarımızın yüreğinde, birlikte nasıl iyileşilir, yara izleri nasıl silinir düşünmek için de konuşmak için de çok erken kanımca. Şu an ve bir zaman daha sadece acıyı paylaşmak ve birbirimize sımsıkı sarılmak; yeniden başlamanın en iyi yolu belki de…

Zamanla yaraları nasıl sararız, neleri yanlış yaptık, bundan sonra neyi nasıl yapmalıyız veya yapmamalıyız konuşabilir, tartışabiliriz… Ama bir süre yalnızca Allah daha büyük bir acı ile bizleri sınamasın ve bu acıyı daha büyük bir acıyla unutturmasın diye dua etmek istiyorum.

Güncellenme Tarihi
  • 05 Mart 2023,
Yazının Adı
Felaketin Ardından