Birkaç gündür evde tatlı bir telaş ve tanımsız yolların heyecanı vardı.
Hanım artık dinlenelim uzaklaşalım gidelim buralardan diyordu.
Haklıydı. Aylardır benimle geliyor. Gün oluyor tek başına yüzlerce çocukla
ilgileniyordu.
Sadece maddi değil aynı zamanda manevi huzur ve mutluluğun arayışına karar
vermiştik. Ama amalar bir türlü bitmiyordu, kar topu misali bizleri sürüklüyordu. Son
durağı olduğunu bildiğimiz bu yolda ara durakları bir türlü göremiyorduk. Kalabalığın
içindeki ıssızlık, denizdeki yelkenli misali her dalgada bir sağa bir sola yatıyorduk.
İşte böylesi bir günün sabahında mutfakta cay suyumuz kaynar iken, hanım da
kahvaltıları çantaya yerleştiriyordu.
Aşağıda ise küheylan bizleri sabırsızlıkla bekliyordu. Yaklaşık 6 ay olmuştu, onunla
yolculuk etmeyeli. Kontağı çevirince hafifçe kükredi. Yakıt motorun hücrelerine
ulaşarak yanmaya başlamıştı. Mutluluk gözlerimizden okunuyordu.
Son iki yıldır bizlere yollarda eşlik eden küheylan karavanamız ismi gibi heybetli ve
güçlü yol alır. Varlığından mutlu oluyoruz ona inanıyoruz bizleri bilinmeyen yollarda
hoş sürprizlere ulaştırıyor.
Navigasyonumuzu hiç bilmediğimizde hiç de sormadığımız ekrandaki harita üzerinde
parmağımızı dokundurduğumuz noktayı işaretliyoruz bir saatlik yol gözüküyor.
Sırtımızda yeşillikler karşımızda derin bir mavilik uzanıyor.
Ya nasip ya kısmet diyerek, şimdi ağır ağır tekerleri döner iken önce yüksek binaları
sonrasında seyrekleşen yapıları geride bırakarak siyah satıhta beyaz çizgilerin arasında
bizlere çizilmiş yollarda ilerlemeye başlamıştık. Küheylan da gideceği yeri biliyor ama
metropol yaşamı onun da önüne engeller çıkarıyordu.
Hızını kesiyordu, yol yapımında daralan şeritte, sırattan geçen koyunlar misali
diziliyorduk.
Şehirleşmenin esiri yaşam bizlere çıkış izni vermek istemiyordu. İnatla yolumuza
devam ediyorduk. Bir ara sağ tarafa güneye dönerek stabilize dar bir yola saptık. Artık
biliyorduk yoğunluğu geride bırakarak yeşilliklerin tarlaların kiremit kaplı çatıların
evlerin seraların arasından bir kırlangıç kuşu misali yol aldığımızı. İyot kokusunu
almaya başlamıştık avını koklayan tazı misali.
Köy yollarında yolumuzu bulmaya çalıyorduk. Bir ara yanlış girmiş olmalıyız ki emmi
uyardı; çukur var geçme buradan dedi. Bizde dinledik çevresinden dolaştık. İnanılmaz
bir ormanın içerisinde ilerliyorduk. Küheylan toprağa bastıkça adeta heybetinden bir
sağa bir sola yatıyordu. Zaman zaman dar yollarda yeşilliklere dokunuyorduk.
Bir süre sonra iki insanın ancak kucaklayabileceği büyüklükte iri kabuklu çam
ağaçlarının arasından geçmekteydik. Dar yollar bizleri masmavi deniz ile kucakladı.
Harikulade bir manzara. Dinginlik ve huzur enerjisi bizleri sarmıştı.
Çocuk misali birbirimize sarıldık ilk defa gittiğimiz bu tanımsız yolda. Güzel bir
noktayı keşfetmiştik. İncecik kumsal uzun uzadıya uzanır iken önümüzde doğal deniz
içinde bir havuz biraz ileride ıssız bir koy uzanıyordu.
Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesi gibi mutluluktan havalara uçuyorduk.
Küheylanı denize paralel koyarak kapımız açtık. Ayağımda tokyom, üzerimde yırtık kot
şortum, denizin sonsuzluğunda gözlerim albatros kuşlarının kanat çırpışlarını seyreder
iken, sıradan hayatın, sadeliğin mutluluğunu yaşıyorduk.
Rüzgâr okşarcasına tenimde geziniyor, yaz sıcaklarında serinlik veriyor, bir yandan da
stres ve negatif enerjimi alıp atıyordu.
Tabiat harikulade güzelliklerini bize yaşatırken ben de bu iyiliğe karşılık atıkları ve
çöpleri ait olduğu çöp torbasına toplayarak küheylanın heybesine bıraktım.
Ruhumda huzur, gözlerimde rabbimin nimetleri sadelik içeresinde tabloda yerini almıştı
artık.
Günden öte bir gün yaşıyorduk. Bir iyilik de kendimize bedenimize yapıyorduk. Basit
minimal yaşam felsefesini yaşıyor olmanın hazzını hissediyordum. Bu duygular
içindeyken uyku bastırmıştı ve göz kapaklarım kapanıyordu. Onları engellemek
haksızlık olacaktı.
Şezlongumu bir tık uzatarak hayalini kurduğum yasamı gözlerim açık yaşamaya
başlamıştım.