Devletin üst kademelerinde uzun yıllar görev yapmış bir yakınım, görevinden ayrılırken yaşadığı bazı olayları anlattığında ağzım açık bir şekilde bakakalmıştım. “Yol arkadaşım” diye tanımladığı, onlar için riskler alıp fedakârlıklar yaptığı arkadaşlarının, görev değişimi sürecinde ve sonrasında ona karşı takındıkları tavırlar, “ihanet tam da budur” dedirtecek türdendi. O anlattıkça içimden “Demek ki herkesin bir Brütüs’ü varmış!” dedim.
Marcus Brütüs, Roma İmparatorlarından Jül Sezar’ın koruyup kollayarak senatör olmasını sağladığı ve evladı yerine koyduğu bir aristokrattı. Ancak Brütüs, aynı zamanda Sezar’a düzenlenen suikastın planlayıcıları arasında yer aldı. Dahası, ona son bıçak darbesini vurup ölümüne sebep oldu. William Shakespeare, Jül Sezar adlı tiyatro oyununda bu sahneyi “Sen de mi, Brütüs?” repliğiyle çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir.
Her ne kadar William Shakespeare eserinde Brütüs’ün Sezar’ı öldürmesini “dostuna karşı bir ihanet değil, devlete karşı bir görev” olarak göstermiş olsa da aynı fikirde olmadığımı belirtmek isterim. Brütüs’ün kesinlikle bir vatansever olduğunu düşünmüyorum. Aksine, onu ikiyüzlü bir riyakâr olarak değerlendiriyorum. Erdemli biri olsaydı, Sezar’ın sağladığı konfor alanı içinde hareket edip onun arkasından işler çevirmezdi. Bu imkânları elinin tersiyle iterek, Sezar’a karşı açık bir mücadele yürütürdü.
İnsanlar, tarih boyunca neredeyse hiç değişmeden neden Brütüs gibi davranıyorlar? Bu sorunun cevabı belki de insan doğasının güç, kıskançlık, menfaat ve korku gibi karanlık yönlerinde gizli olabilir. Bu unsurlar, ahde vefayı gölgede bırakabilecek kadar etkilidir. Brütüs gibi davranmak; ihaneti, içten pazarlığı ve beklenmedik bir anı kendi lehine çevirme arzusunu içerir. Bir dostu satmak, çoğu zaman bir vicdan meselesinden ziyade bir fırsatı değerlendirmek olarak görülür. Bugün iş dünyasında, siyasette, hatta en yakın dostluklarda bile durum değişmemektedir.
İnsanlar, kendi çıkarları ile dostlukları karşı karşıya geldiğinde, genellikle tercihlerini kendi menfaatleri yönünde kullanmaktadırlar. Hatta bunu dostların gölgesinde, onlara sezdirmeden, son ana kadar yapmaya devam edebilmektedirler. İşin ilginç tarafı, ihanet eden kişi çoğu zaman kendini haklı görmekte ve “Benim için ne yaptı ki?” diye başlayan savunmaları ardı ardına sıralamaktadır.
Peki, insan kendi Brütüs’ünü nasıl tanır? Onu tanımak zordur. Çünkü o genellikle Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine neden olan havarilerinden biri olan Yahuda gibi en yakınımızda, en güvendiğimizde, en çok “bizden bildiğimizde” gizlidir. Aslında onun kim olduğunu; bir sözde, bir davranışta, hatta bir yoklukta yavaş yavaş fark ederiz. İhaneti haber veren bazen bir suskunluk, bazen bir mesafe, bazen göz göze gelmekten kaçan bir bakış olur. Belki de ihaneti, saflığımızın ve birilerine güvenme cesaretimizin kaybolmasına neden olacağı düşüncesiyle, kabul etmekte zorluk çekeriz. Anladığımızda iş işten geçmiş olur ve dünya hiçbir zaman eski dünya olmaz.
Diğer taraftan hiç kendi içimize dönüp baktık mı? Bir başkasının hikâyesinde Brütüs olup olmadığımızı düşündük mü? Belki bir dostun zor zamanında sessiz kaldık. Belki güvenini boşa çıkardık. Belki de sadece bir tercihle onu geride bıraktık. İhanet her zaman anlaşılır bir biçimde görünmeyebilir. Bazen bir gecikmedir, bazen bir vazgeçiştir, bazen de “bana ne” diyerek sorumluluktan kaçmaktır. Ve bazen en derin ihanet, bilinçsizce yapılanıdır.
Bir gün, bizimle ilgili “Sen de mi?” sorusunu fısıldayan bir kalp varsa bir yerlerde, işte o zaman Brütüs biz olmaz mıyız? Ama belki de bu fark edişler, daha iyi ve daha vefalı insanlar olabilmemiz için ilk adımlardır.