İlmi ve hikmeti ayırmak insan bedeninin biyokimyasını ve onunla ilişkili varlık dünyasını anlamsızlaştırmak demektir. Çünkü her şey birbiriyle alakalı ve tanım aralığıyla ilişkilidir.
Kaos ve umumi felaketler zamanında insan bir suçlu arar. Sebep-sonuç ilişkisi kurar. Hemen hükmü verir. Ne yazık ki süreci görmeyerek problemin asıl kaynağını ıskalar.
Bir yıl önce 6 Şubat’ta bir kıyamet provasını yaşadık. Çök-kapan-tutun provası değildi bu. Korkunun yürekleri ağza getirdiği, zeminin kırılmasıyla binlerce insanın can verdiği, yüzbinlerce insanın evsiz kaldığı, ailelerin nüfus kayıtlarından silindiği, şehirlerin coğrafyalarda konumunun değiştiği; sadece İslam aleminin üzülmediği aynı zamanda insanlık aleminin dahi büyük korkulara duçar olduğu bir provaydı bu.
İnsanlar geleceğe dair hayallerinin hikâyesini yazamadan depremin ve ardından gelen ölümün trajik hikâyesini zorunlu kederleri olarak tarihe not düştü. Ama şikâyet ve isyan etmeden. Bütün trajedilerine rağmen başkalarını ötekileştirmeden ve imanın verdiği imkânla düştüğü yerden kalkmaya çalışıp sadece acılarına hürmet gösterilmesini bekleyerek.
Musibetzede teselli ister. Ve bilir ki el yarası geçer ama dil yarası geçmez. Yerdekiler birbirlerine merhamet etmezse göktekiler merhamet etmez. Sorgulayıcı ve buyurgan bir dilin yaraları daha derinleştirdiğinin fark edilmesi istenir. Her türlü tevhidi yaklaşımdan ve akıldan uzak konuşmaların yani komplo teorilerin bilhassa mitolojik yaklaşımlarla oluşan lümpen ve amorflaşmış tarzların daha büyük enkaz oluşturacağını depremzedeler söylemeseler de her halleri bunu haykırır. Bundandır ki depremin doğrudan etkilediği insanlar sadece taziye ortamındadırlar. Bir taziyeye gidenler taziye sahibine hangi edep ve tavırla yaklaşılması lazımsa bizler de öyle davranmalıyız. Maatteessüf bu taziye uzun sürebilir.
Her hadise gibi deprem de kaçınılmaz, takdirinin önüne geçilemez bir hadise. Ancak tedbirlerle tahribatı en aza indirgenebilecek bir hadise. Lakin tek tedbire indirgenemeyecek kadar kümülatif bakılması ve öyle tedbir alınması gereken insanın en aciz kaldığı bir hadisedir.
Jeoloji ilmi bu hadisenin vuku bulduğu zemini tanımaya ve ona göre önlem almaya çalışan bir insan gayretidir. Yahut da insanın karşı koyma eylemlerinden biridir. İnsanlığın başlangıcından nihayetine dek bu ilim olgunlaşarak devam edeceği gibi bu hadise de varlığını sürdürecektir.
Zemini tanımaktan kaynaklanan insanı koruma ilmi refleksleri aslında yine bir yasa koyucu gerçekliğinin yansıması olarak karşımıza çıkar. Zaman ve zeminle ilgili tespit edilen her yeni yasalar, zorunluluğun da bir göstergesidir. İlmi prensipler olarak zemin hakkında insanların ortaya koyduğu bu yasalar zemin yüzündeki güvenli yaşamın da olmazsa olmazlarından biridir.
Jeoloji ilminin ortaya koyduğu bu prensipleri tesadüfi, tabiî ve maksatsız yasalar olarak görmek öncelikle yasa koyucuların varlıklarıyla aynı zamanda özne olma durumlarıyla alay etmek demektir. Çünkü nerede bir yasa varsa orada mutlaka bir yasa koyucu vardır. O yasaların hükümsüz olduğu yerde onlardan daha büyük bir yasa ve yasa koyucu merci vardır. Daha üst yasalar ve yasa koyucular da vardır. Hatta zeminle ilgili sebep sonuç ilişkisini ortaya koyan jeologlar çok iyi bilirler ki kendileri yasa koyucu oldukları gibi anlamaktan ve uygulamalarına karşı aciz kalmaktan yakındıkları bu depremlerin de bir yasası ve yasa koyucusu vardır. Sanço Panza gibi yel değirmenine mukabele eden hatta tesadüfe dahi tesadüf edilmeyen bu hadiselerde karanlığa kurşun sıkan bir ilim ehli olmadıklarını bilirler ve halka da bildirmek isterler.
Jeolojinin sonuçlardan hareketle ortaya koyduğu prensipler teoloji ilminde süreç merkezlidir. Hatta jeolojinin varlığı ve devamı teolojinin toplumdaki varlığıyla doğru orantılıdır.
Teoloji o kadar üst bir akıldır ki akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur diyerek aklın yasalarının mitik durumlardan ve ritüelist yaklaşımlardan çok daha muteber ve inancın uygulama alanında geçerli olduğunu ortaya koyar.
Jeoloji sürekli var olmasını engelleyemediği sonuçlar hakkında konuşur. Zati olmayan izafi yasalar ortaya koyar. Bir sonraki sonucun daha az yıkım oluşturması için insanı koruyan izafi yasalardan bahseder. Depremin öldürmesinden ziyade tedbirsizliğin öldürmesinin şartlarını ortadan kaldırmaya çalışır. Teolojinin yasaları depremin geldiği anda hızlıca hatırlanır ama zaman geçtikçe unutulur ve insan kendi sonunu kendi hazırlar.
Teoloji yaşam sürecinin her anında jeolojinin sonucuyla uğraştığı depremin hem önceki sürecinde hem sonucun oluştuğu anda hem de sonuçtan sonraki süreçte insanın iyi olmasıyla uğraşır. Sadece aklını değil bütün duyu ve duyguların bileşkesi dediğimiz vicdanının iyileşmesi sürecinde en vazgeçilmez şeydir teoloji. Deprem veya hayatta olacak her şeyin karşısında sadeliği ve iyiliği esas alan teoloji değerler üstü bir değer olduğundan deprem anında dahi yaşanan en trajik duygu olan korkunun azabından Allah’a sığınarak ve fizikötesi varlığın can simidi gibi imdadımıza yetişmesiyle onca acıya dayanmamıza sebep olur.
Teoloji gönüllü bir fatalizmin değil her an yaşanması kıymetli bir vitalizmin kaynağıdır. En kaotik ve trajik durumlarda dahi insanı salim bir akıl ve kalbe davet eder. Aciz olanların imdadına kudretli olanları gönderir. Yaralı gönüllere şefkatli yürekleri yoldaş kılar. İnsan ailesindeki en çürümüş ve kokuşmuş insan yığınlarının, amorflaşmış lümpen goygoycularının dahi tutulacak bir tarafının ve sevilecek bir iyiliğinin olduğunu hep vurgular. Havlayan köpeklerin saldırganlık ve kuduz olma durumlarının yanında ağızlarından salya akıtırken çenelerinde yerleşik olan beyaz dişlerini görmeye gayret eder.
Din yaşamın ta kendisidir hem de bütün süreçleri en insanı bir şekilde yaşamaya değer gören bir ilahi prensipler bütünüdür.
Jeolojinin kabul görmesi dinin yaşamda karşılık bulmasına ve doğru bir şekilde hayatın her alanında uygulanmasına bağlıdır. Dinin değer katmadığı jeolojik yasalar cansız ve ruhsuz makinalara uygulanan prensipler gibidir. Ya kanun uygulanmaz hiç olur ya makine çalışmaz çöp olur. Ancak dinin hayat verdiği jeolojik yasalar insanı kozmosun en harika makinası görür. Yeryüzünü yaşanılır kılan yasaları sadece bir sonuç postulatı olmaktan çıkarır ve bir süreç yasaları olarak ortaya koyar.
Kıyametin provası gibi duran 6 Şubat depremi bir daha gösterdi ki Anadolu insanının bilhassa halk denen avam tabakasının ne inanç sorunu ne de ihtiyaç sorunu var. Hele belalar karşısındaki bireysel yaklaşımı ve toplumun fizik ötesini aşılayan mütevekkil duruşu bütün yıkımlara rağmen asrı saadet insanı gibi sapa sağlam duruyor.
Ne yazık ki bu deprem bir kez daha gösterdi ki bu ülkenin aydınlık yüzleri olarak görünen karanlık tarafı denen bir kısım havas tabakası toplumun en sinsi fay hatlarıdır. Onları da olmayan vicdanlarının karanlıklarıyla baş başa bırakıyoruz.
Binlerce şehidimize Allah’tan rahmet diliyoruz.
Gönlü yaralı ve korkunun pençesine her an düşecekmiş gibi duran yüzbinlerce depremzedeye huzur ve saadet diliyoruz.
Onları hiç yalnız bırakmayan bu asil milletimize şükranlarımızı da bir borç biliyoruz.