Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Kabağın da Sahibi Var

Kabağın da Sahibi Var

Aynanın hiç bu kadar vefasız insanın da arsız olduğu bir dönemi hatırlamayız çoğumuz. Halbuki ayna insana haddini bildirir, sürekli bir hiç olduğunu gösterirdi evvel zaman içinde. Hatta insan bu had bilmezliğini kendine bütün çıplaklığıyla gösteren aynanın karşısına geçmekten bazen ürker günlerce kendine bakmaz veya görmezden gelirdi kendini.

Ne olduysa o gün oldu işte. Dervişin başının temizliğinin her türlü dünyevilikten arınmaktan azade olmak olduğunu anlamak yerine onunla alay etmeye çalışan kabadayının aynayı kırdığı gün olan oldu. Çünkü derviş sadece başını parlatmazdı aynı zamanda gönlünü de temizlerdi her türlü dünyevilikten ve insanı istila eden gücün sermestiliğinden. ‘Başımın parlaklığı gönlümün paklığındandır ey erenler ve beni seyredenler’ der gibi sövene dilsiz dövene elsiz olurdu. Çünkü bilirdi bütün sahip olunanların üzerinde bir sahip ve bütün insanı ve insanlığı ateşe atanların ateşinde kavrulacağı bir kıyam gününün olduğunu.

Cıfıt kabadayılar bunu anlamdı bir türlü. Dervişin sessizliğini ve mütevaziliğini bir acizlik görerek her defasında eşi görülmez zulümler yapmaya başladı. Bazen çok uzaktan naralar atıp hatta bütün bu naralarının içini fitne ateşiyle harlayıp gürleyip durdu bazen de dervişanın çok yakınına hatta mahremine girerek her türlü dünyevi mal u malvanını gasp ederek zulmetmeyi demokrasi denen çoğunluğun azınlığa tahakkümü naraları veya adalet denen güçlünün daima zaifi ezeceği hezeyanını akılsız kabadayı taifanına inandırdı. Muhtemelen onların çoğunluğunun isteği buydu.

Kabadayı yaşlandı. Artık eski havası ve performansı kalmadı. Ancak nara atmaya devam etti. Son deminde öyle naralar atmaya başladı ki onun efendisi olanlar kölesi olduklarını anladılar ancak geç kaldılar. Hatta onunla gururlananlar endişelenmeye başladılar. Çünkü kabadayı bilirdi efendilerinin her an kendisini satacağını ve bir ömür köle kalacağını. Bundandır ki her defasında kabadayı efendilerinin fırsat buldukça dişlerini çekmeye başlamıştı o en azgın ve ipe sapa gelmez baskın devirlerinde. Mesela önce azı dişleri olan adaleti çekmişti efendilerinin ağzından. Sonra kürsü dişleri olan merhamet ve muhabbet dişlerini çekmişti. Sonra da ağızlarında inci gibi dizilen ve insan olma formlarını gösteren diğer dişlerini çekmişti. Efendiler çok çaresiz kalınca kabadayı sanayinin çelik demir leblebilerinden efendilerinin ağzına yeni bir diş takımı yaptırmıştı. Nereden bilecekti ki bu diş takımlarının arasında sadece insanlığın değil kendisinin de etlerinin kalacağını. Kabadayı yani merhametsiz külhanbeyi yeniden efendilerine köle olmuş ve daha fazla masumlara saldırmaya hasseten bütün etrafı gönülleriyle imar etmeye çalışan dervişlere saldırmaya başladı. Nerede bir derviş görse onunla alay eder hatta elinde ne bulursa alırdı.

İşte ne olduysa o gün oldu. Siyon de miyon kabadayı çok bunalmıştı zulmettiği yerde sıkışıp kalmaktan. Daralıyordu efendilerinin pardon soytarılarının onu sürekli beslemesinden ardından da mazlumlara saldırtarak lanetlenmesinden. Ancak tarih boyunca efendileriyle/soytarılarıyla köle olma durumları hep değişen kabadayının yeniden efendi olma isteği onun yaşadığı acı sonlarını çabuk unutmasına sebep olmuştu.   

Dedim ya ne olduysa o gün oldu işte. Lanetlenmiş naralarını atarak sokağa çıkan kabadayı en uzaktan ona görünen baş soytarısıyla yeniden iş tutmanın hesaplarını yaparken yakınında bulunan en sefil ama efendi gibi görünen lakin tam köleleri olan soytarılarına da aba altından sopayı göstererek mazlum Müslümanların da ayrılığından ve saflıkla karışık tembelliğinden istifade ederek yeniden asıp kesmeye her tarafı pisletmeye başladı. Hatta kabadayının asıl planı sadece soytarılarının iplerini daima elinde tutmak değil hiç unutmadığı yerinden edilmenin intikamını asırlar sonra bütün dervişanı katlederek almaktı. Çünkü bilinçaltı babaları intikamın en asil duygu, ırkın en üstün insanlık belgesi olduğunu kabadayıya doğrudan soytarılarına da dolaylı olarak bir genetik kodlama formunda bir kimlik inşası, bir mizaç dokuması ve bir karakter yansıması olarak bütün makro ve mikro eylemlerinin ruhu olarak işlemişti.

Derviş çok garip düşüncelere dalarak yine tutmuştu hellakın yolunu. Her defasında başındaki kılları temizlerken kalbindeki kirleri de atıyordu. Sadece kendisi için değil bütün ümmet için hatta insanlık için hayaller kuruyor güzel duygular besliyordu. Son üç asırdır kabadayı ve soytarıları tarafından sürekli örselenerek ötelenmesinde ise bir yerde hata yaptığını düşünerek bu işin içinden nasıl çıkacağının sancısını hep çekiyordu. Çünkü birkaç asırdır kabadayının ve soytarılarının dervişana çektirdiğinden illallah etmişti. Tam hellaka adım atacakken birden dışarıda durdu ve bağırdı.

“Buldum buldum. Kabadayının zulmünden ve soytarıların oyunundan kurtulmanın yolunu buldum. Rabbim insanlara çalıştıkları kadar var dememiş miydi! Resulüm de düşmanınızınız silahıyla silahlanın diye öğütlememiş miydi bizleri. Hem galiba yangın söndürmede hep yanlış yaptık. Daima kardeşimiz veya komşumuzda çıkan yangını söndürmek önceliğimiz olması gerekirken daima kendi evimiz veya dergahımızı bu yangından nasıl koruruz diye telaşlandık. Onun imdadına koşma yerine hep kendimizle meşgul olduk. Öyle bir an geldi ki yangın bizim de tekkemizi sardı lakin nafile kaçacak yerimiz kalmadı. Bak üç asrımız belki daha fazlası zamanlarımız bu emirlere riayet etmemekle geçti. Kabadayı ve soytarıları da tam aksini icra ettiler dedi ve büyük bir neşe ve heyecanla berber dükkanından içeriye girdi. Hoş karşılanma ile koltuğa oturdu ve berbere;

-Efendi başımı her zamankinden daha fazla parlat. Öyle parlak olsun ki sadece kalbim değil aklım da o parlaklıkla durmadan çalışsın ve bu dünyada kabadayılara ve soytarılara artık yer kalmasın.

“Vur usturayı berber efendi” vur dedi ve berber başladı tıraşa. Dervişin kafasının bir tarafını kazıyıp, tam diğer tarafa geçecekken mahallenin kabadayısı dükkândan içeri girdi.

Doğruca dervişin yanına geldi ve kafasının kazınmış olan tarafına sert bir tokat atarak “kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım” diye bağırdı. Dövene elsiz, sövene dilsiz derviş sabrederek ve kalktı koltuktan. Kabadayı oturdu. Fakat tıraş olurken de susmak bilmedi. “Kabak aşağı kabak yukarı” diye alay edip durdu dervişle.

Nihayet tıraşı biten kabadayı dükkândan çıktı gitti. Birkaç metre ileride kontrolden çıkan bir at arabası kabadayıya çarptı ve yokuş aşağı sürüklenen kabadayı oracıkta feci şekilde can verdi.

Bunu gören berber dervişe baktı: “Bu kadarı ağır olmadı mı derviş efendi?” diye sordu. Derviş düşünceli bir şekilde, cevap verdi: “Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim oysa. Gel gör ki kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!” dedi.

Ey kıymetli okurum dudak bükerek işimiz Allah’a kaldı ise diye sakın içinden geçirme. Çünkü…

Güncellenme Tarihi
  • 22 Haziran 2025, 07:01
Yazının Adı
Kabağın da Sahibi Var