Hayat karşısında bigâneliğimiz veyahut hayatı gerçekliğiyle algılayamayışımız ölümü hafife almaya neden oluyor. Aslında hayat ne kadar kıymetli ise ölüm de bir o kadar değerlidir. Hayata her adım atış bizi ne kadar heyecanlandırıyorsa ölüme her yolculuk da bizi birkaç kat daha dikkate sevk etmelidir. Çünkü her ölüm trajik olduğu gibi aynı zamanda gerçeğin yeniden inşası için hayatın ölüme karışması demektir.
Ölümü anlamayanlar veyahut ölümü sıradan bir hadise gibi algılayanlar hayata en büyük kötülüğü yapanlardır. Bunlar kendilik nefreti en üst düzeyde olan, yıkıcılığı hayat diye algılayan, kimliksiz kişiliği görev addeden ve geçmiş yaşantılarını çok hızlı bir şekilde unutan zavallı psikopat ruhlu şizofren insanlar, kitleler ya da toplumlardır.
İnsandaki yıkıcılığın göz ardı edildiği, eyleminin sorumluluğunu yerine getiremediği ve kendilik nefretinin bir acı iktidarı elde etmek için sahtekar sevgiye dönüştüğü bir dünyanın zavallı insanları ölümü hafife alıp hayatı haz ve arzu derecesinde yaşayıp kendi kötülüğünün yalnızlığını her şeyin üzerinde tutan hazcı ve konformist bir tipoloji olarak insan görünümündeki hayvan olarak yaşamda yerini almaya çalışır ve kendine bir boşluk oluşturmaya gayret eder.
Yarılma ne kadar derinse korku da o kadar büyüktür der Arno Greun. Hayatı sadece dağın bu tarafında görünen haz ve arzular bütünü olarak yaşayanlar bu derin yarılma ile ölümü dağın öteki yüzünde gerçekleşecek adalet ve hak ihlallerinin icra edildiği yer olarak görmekten çok korkarlar. Çünkü onlar için hayat bu tarafta sadece kendi çöplüğünde haz duymakken ölüm ve onunla gelen acı bir iktidar aracı ve bu iktidar için de yalnız geçerli olan bir eylem olarak görülür. Bundandır ki ölenleri izleyenler veyahut öldürmeyi normal bir eylem olarak görenler kendilerinin de öleceğini veyahut da öldürülebileceğini hesaba katmadan hayatın karanlık dehlizlerinde yaşayıp gitmektedirler.
Eğer ölüm de bize hayat kadar anlamlı gelmiyorsa ölen karşısındaki gözyaşlarımız veyahut matemli bir hal almamız hatta santimantal duruşlarla gözyaşları dökmemiz bir vicdan tezahüründen çok işgüzarlık yankıları ve psikopatla şizofren arasında kendilik nefretinin yıkıcılığının savrulmaları gibi algılanabilir.
Alman faşizminin insan yıkıcılığını en üst düzeyde ortaya koyduğu son yüz yıl katliamlarına maruz kalan Yahudi toplumu hayatı daha anlamlı kılma yerine ölümü nasıl hafife aldığını ve içinde biriken intikam duygusuyla kendilik nefretinin yol açtığı yıkıcılığını ne yazık ki Gazze’de hatta bütün Filistin ülkesinde bir utanç tablosu olarak arsızca ve insan nevine yetebilecek büyük bir utançla sergilemekten geri durmadığını ruhsal yıkıcılığın ve insan olma yetisinin bir kaybı olarak prosopagnozi hastalığıyla ortaya koymaktadır. Bu afazik durum ikinci dünya savaşında onca zulme maruz kalan Yahudi toplumunun nasıl empatiden uzak ve kendilik nefretiyle yıkıcılığının vardığı son noktayı erkeksi gücünün yettiği bir mazlum topluma uyguladığını bütün insanlık da seyrederek bu yıkıcılığın kendinde yansımalarına şahit olmaktadır.
Hayatı güzel görmek yerine ölümü hafife almak olarak yansıyan insanın yıkıcılığı ve kendilik nefreti yirmi birinci yüzyılda bütün dünyaya bir sanrı olarak yayılmak istenen bu öfke ve nefret duygusu masum Filistin halkını Mazlum Gazze insanlarını tahrik edici bir ateş olarak yakmakta ve yanan bu ateş mutlaka bir gün bu ateşi yakanları da içine alıp onları kül edecek boyuta varmaktadır.
Kendilik nefretinin suç eğilimini ortaya çıkaran öldürme isteğini normalize eden bu problematik durumun altında yatan ana nedenlerden biri de üstünlük iddiasında bulunmadır. Bilhassa ırksal üstünlüğü yaratılıştan kendinde görme dürtüsüyle başka ırkları görmezden gelme eğiliminin ortaya çıkardığı şizofrenik psikoz durumu daima psikopatlık yansıması olan nevrozlar olarak insanlık tarihinin her safhasında kendini gösterir. Bu zihniyet sevgiden nefret ettiği gibi yegâne inancını güçte bulan ve gücü elde etmek için her yolu meşru gören gizli ölüm kültüyle her yerde olan ve hiçbir yerde var olamayan bir hastalıklı anlayıştır.
Duygudaşlıktan yoksun, yas tutmayı beceremeyen, ölümü içsel yaşayıp insan olma durumuna yaklaşmaktan ziyade kurbanlarının istatistik durumlarıyla ilgilenen, bütün mücadelesinin faşizme karşı koymak olduğunu söyleyen ancak kendini kendinde değil başkasında sevmeye çalışarak başkasını hunharca öldürmeyi kendini gerçekleştirmek olarak gören hastalıklı ruhlar cesur ve yeni dünyaya söyleyecek çok şeylerinin olduğunu söylerler ama onlar sadece yaşayan birer ölüdürler.
Ölüm sıradanlaşınca hayat anlamsızlaşır. Hayat güzel yaşanmayınca ölüm istatistik olur.
Dağın görünmeyen yüzü hep karanlık ve korkulacak bir yer olarak kalırsa görünen yüzün üzerindeki yıkıcılık hiç bitmez. Yunus’un dediği gibi;
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.