İnsan psikolojik olarak iyiye meyilli bir varlıktır. Bundan dolayı iyi olanı kendisiyle, iyi olmayanı ise başkası ile ilişkilendirir. Örnek için, sigara paketlerinin üstünde sigaranın, insan sağlığına zarar verici geri döndürülemez sonuçlara neden olacağına ilişkin yazılı ve görsel uyarıcıların, sigarayı bırakma davranışında beklenen sonucu vermemesi de bu anlayışla açıklanabilir. Paketler üzerindeki görsel ve yazılı uyarıcılar kullanıcılar tarafından bu anlayış bağlamında şöyle yorumlanıyor: “Evet sigara öldürür, akciğer kanserine neden olur fakat beni değil başkasını.” “İyilik bana, kötülük başkasına”. Milli Piyango bileti alan herkes paranın kendilerine çıkacağını (iyilik kendisine) diğerlerine hiçbir şey çıkmayacağını (kötülük başkasına) düşünür. Bu anlayışın bir sonucu olarak da insan sürekli yeni ve güzel şeyleri ister. Bir öncekinden aldığı hazzı almak için hep daha iyisine sahip olma isteği bireyin temel yaşam amacı haline gelir. Bu da bireyi doyumsuz ve buna bağlı huzursuz, mutsuz ve kaygılı duruma mahkûm eder ki buda birçok psikolojik belirtinin eşlik edeceği bir tablonun ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Zevklerin birey üzerindeki etkisi kozmetiktir ve aynı etkiyi elde edebilmek için ya daha üstü ya da daha farklı olanı arama eğilimini ortaya çıkarır. Çünkü beyin ona iyi gelen şey neyse onu tekrar yaşamak ister ki, dopamin, istemek demektir. Önemli olan, bireyin zevklerinin kurbanı olmak yerine onların efendisi olabilmesidir. Bunu nasıl başarabilir yani birey zevklerinin kölesi değil de efendisi nasıl olabilir?
Bu sorunun ilk cevabını vermeden önce bilinmesi gereken şey, bunun bir süreç olduğudur. Bu süreç çocukluk yaşantılarından başlayarak benlik ve kimlik oluşturma yaşı olan 18 yaşına kadar devam etmektedir. Bu süreçte yine en önemli görev çocuğa bakım verenlere düşmektedir. Çocukların her istediğini ölçüsüz ve sınırsız bir şekilde ertelemeden ve asla vazgeçmeyi öğretmeden hemen karşılanması, çocukların istediği her şeyin anında karşılanması gerektiğine ilişkin bir benlik anlayışı ve buna bağlı bir yaşam tarzı oluşturmasına neden olabilmektedir. Çocuğun, mahcup bir şekilde, üzülerek, kahrederek, ağlayarak istediği bir şeyin alınmasının ertelenmesi bazen de bu isteğinden vaz geçirilmesi durumunda yaşayacağı acı onu ilerde yaşayacağı çok daha büyük acıdan koruyacaktır.
Bir ailenin çocuğuna bırakabileceği üç tür miras vardır denilebilir. Bunlardan birincisi, maddi miras (ev, araba, para, arsa vb.), ikincisi, sosyal miras (sıla-i rahim, komşuluk, paylaşma, işbirliği vb.) ve üçüncüde, psikolojik mirastır. Maddi mirasın ve sosyal mirasın etkili bir şekilde kullanılması aslında psikolojik mirasın varlığına bağlıdır denilebilir. Çocuğun psikolojik mirasa sahip olmasını sağlayabilmek için yapılması gereken ilk şey, çocuğun beklentilerinin istek mi yaksa ihtiyaç mı olduğuna karar verebilmektir. Bu ayrım son derece önemlidir ve bu ayrımı da çocuğun yapabilmesi için bakım verenlerin bu bağlamda hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında tutarlı davranmaları önemlidir. Bu ayrım; çocuğun istediği şeye sahip olup olmadığı, içinde bulunduğu gelişim dönemine uygun olup olmadığı, cinsel kimliğine uygun olup olmadığı, istenilen şeyin karşılanmaması çocukta önemli düzeyde duygusal bir boşluğa neden olup olmayacağı ve istenilen şeye karşı daha önceki deneyimleri dikkate alınarak yapılabilir. İstek ve ihtiyaçlar arasında ayrımı yaptıktan sonra sürecin ikinci aşamasına geçilir. Bu aşamada çocuğun beklentisi istek niteliğinde özelliklere sahip ise karşılanmaması gerekir ki vaz geçebilmeyi öğrensin. Beklenti ihtiyaç ölçütlerini karşılayacak niteliklere sahip ise ihtiyacın aciliyetine göre ertelenerek karşılanması gerekir ki erteleyebilmeyi öğrensin. Bu döngünün dengeli, düzenli ve tutarlı bir şekilde yürütülmesi çocuğa yerinde ve zamanında vaz geçmeyi ve yerinde ve zamanında ertelemeyi öğretir ki buna dürtü kontrolü, daha bilindik bir kavramla “irade” denir. Bunun kavramsal olarak ifadesine “Psikolojik Miras” diyoruz.
Bu beceriye sahip olan bir çocuk; okula ve sosyal hayatın bir öznesi olmaya başladığında ders dinlemediğinde, ders çalışamadığında, ödev yapmadığında, okula gidemediğinde, test çözemediğinde, kitap okuyamadığında, bir arkadaşının kalbini kırdığında, annesini üzdüğünde babasını kızdıran bir davranış yaptığında, bir şey öğrenemediğini düşündüğünde, fırsatı olduğunda insanlara yardım edemediğinde, zaman kazanmak için zamanı öldürmeye çalıştığında vb. durumlarda rahatsız olur. Bu rahatsızlığın kendisi bu çocukta eksiklik duygusu hissettirir. BU duyguyu hisseden bir çocuğun sorumluluklarını yerine getirmek için bir başkasını ona “haydi…………..” demesine gerek yoktur. Çünkü içinden bir ses bunu zaten söylüyor. Bu çocuğun, bilen, inanan, güvenen ve kendi ile ilişkilendiren bir yetişkin olacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Öğretmen olsa, bu gün okul terkinin en yüksek olduğu ülkelerden biri de ülkemiz diye bir araştırma sonucuna ulaştığında, bilecek, inanacak, güvenecek ve bunda benim de sorumluluğum var diyecek. Evet, öğrencilerin okul terki en yüksek olduğu ülke bizim diyecek, sonuca inanacak, hatta güvenecek fakat benim öğrencilerim asla terk etmez demeyecek. Bütün meslek mensupları örneğin, inşaat sektöründe çalışan insanlar da bu anlayışa sahip olsaydı nasıl olurdu! Herkesin binası yıkılır (kötü olanı başkasına), benim binam yıkılmaz (iyi olanı bana) deme yerine, herkesin binası gibi benim binamda yıkılır demek gerekiyor.
Eskiden ne güzel adetlerimiz vardı. Bunlar haz ertelemeye ilişkin doğal ve işlevsel yöntemlerdi. Örneğin, ailenin akşam yemek saatinin belirli bir saatte olması ve herkesin o saatte evde olmak zorunda olması, hiçbir aile üyesi o saatte dışarıda olamazdı, kimse yemek saatine randevu veremezdi. Baba masaya gelmeden ve yemeğe başlamadan kimse yemeye başlamazdı. Bu uygulama bireye yapmak istediği bir şeyi ertelemeyi ya da yapmaktan hoşlanacağı bir şeyden vazgeçmeyi ya da istediği şeyi o ana kadar yapabilmek için gayret etmeyi öğreten çok hoş bir uygulama olmasına rağmen unutulmuştur.
Ramazan ayı çocuğa haz ertelemeyi öğretmek için çok önemli bir zaman ve ortamdır. Güzel hazırlanmış ve çocuğu her yönü ile uyaran uyarıcılara karşı direnmek ve beklemek ve bunun sonunda değer verilen bir şeye ulaşmak ve sabretmenin ödülünü almak, hazzın peşinde koşmaktan daha huzur veren bir sonuca ulaştırdığını fark ederek bunu başaranın kendisi olduğunu görmesi çocuğa kazandırılacak en önemli psikolojik mirası kazandırır, ”başarma duygusu”. Çocuğun istediği bir şeyi elde etmesi için çaba sarf etmesi, istediği şeyi elde etmenin bir bedeli olduğunu fark etmesi, davranmadan önce davranışlarının muhtemel sonuçları hakkında düşünmesini sağlayacaktır. Kumbara ile para biriktirme, kendisine alınan bazı eşyaların parasını kendisinin ödemesini sağlamak ve belirli bir miktar para verip buna göre ihtiyaçlarını karşılamayı kendisinin belirlemesi çocuğa hem haz ertelemeyi hem de ona seçim şansı vererek kendi olmasına katkı sağlanmış olur.
Ne güzel söylenmiş, “Çocuklarımızın ayaklarına batan dikenleri ya biz ekmişizdir ya da bu dikenleri biçmemişizdir.”