Tarihte Sinope olarak bilinen bizim ise Sabahattin Ali'nin yazdığı mapushane türküsüyle bildiğimiz, denize sıfır Sinop Cezaevinde yazdığı şiiriyle biliriz Sinop’u.
Dışarda deli dalgalar gelip duvarları yalar.
Seni bu sesler oyalar aldırma gönül aldırma...
Tarihi cezaevini sonraki nota bırakarak Sinope’nin eskilerine doğru gidelim.
Sinop Karadeniz kıyılarının aksine poyraz rüzgarlarına açık değil, Türkiye'nin kuzeydeki en uç noktası İnceburun'u ve uzantılı coğrafyası, kıyılarını sert poyraz dalgalarına karşı koruyor ve Ege-Karadeniz arasında deniz yolu taşımacılığında çok önemli güvenli bir liman olmuş tarih boyunca.
Mitolojik varolusunda Egeli Arganotların ya da Karadenizli Amazon kadınlarının kurduğu hatta Zeus'un bir su perisini kaçırıp Sinope'ye getirdiği söylencesi de var. Artık Karadeniz'e indik, Su perileri hikâyeleri çıkıyor karşımıza, Heraklia Pontias'da (Ereğli) da karşımıza çıktı Sireneler. Anadolu tarih sürecinde yaşayan halklar buralarda da yaşamışlar.
Karadeniz'de pek fazla antik yapıya rastlanmamasının bir nedeni de coğrafyası; ağaç bol, mesken ve diğer mimariler ağaca ahşaba dayalı. Ama bu malzeme zamana karşı dayanıklı değil yok olup gidiyor, mermerler taşlar gibi bize zamanın içinden direnip gelmiyorlar. Buralarda Hattiler, Hititler yaşamamış da Kaşka halkı yaşamış, yaşam her yerde var olmuş, ticaret de hep var olmuş, hangi halk olursa olsun almışlar satmışlar yemişler içmişler.
Serapis inancının önce Sinope'de doğduğu sonra Mısır Tanrıları arasına taşındığı söyleniyor.
Sinope'de balık bol, gemi yapmak için kereste bol, güvenli limanı var anlayacağınız hep zenginmiş Sinope. Koca Roma İmparatorluğu’na kafa tutan Pontus Kralı 4. Mithridates Sinop'ta doğmuş büyümüş serpilmiş, şehir altın çağını yaşamış ama o günün emperyali Roma'ya direnememiş ve acı son.
Sinope adının önüne 'Colonia Julia Felix' gelmiş ve şehir Romalı oluvermiş; herkes bir gün Romalı olacak dercesine...
Ton, palamut avcılığı tarihten gelen bir bereket. Ton balığı artık kalmamış ama gittiğimizde palamut bereketi yine vardı. Mahmut'un İstanbul'dan arkadaşları Turna kardeşlerin tereyağda pişirdiği palamutların tadını ömrüm boyunca unutmayacağım. Hele Figen ve Sakine'nin kendi ürettiklerini sattıkları stantlarında iki gün boyunca simit çay eşliğinde anlattıkları İstanbul anılarına ben de bir yerlerinden ilişiverdim. Dönüp dönüp; sıkıldın bizim anılarımızdan diyorlar ama sıkılmak ne kelime? İçine girip ben de yaşayıveriyorum.
Allah bana bir hayal gücü vermiş ki sevdiğim her şeyin içinde kendime bir yer buluveririm...