Tanışmamız yıllar öncesine dayanır. İstanbul Florya’da bir dostlar meclisinde gönül sofrasında muhabbet yudumlarken karşılaşmıştık. Dinleyenin konuşandan arif olduğunu ilk defa bu karşılaşma bana ispat etmişti.
Çok zaman geçti aradan. Dostluğumuzun arasına hiçbir şey giremedi elhamdülillah. Arasıra hatta çok az yüz yüze görüşsek de çoğu zaman telefonla görüşürdük kendisiyle. Gerçi bu görüşmelerimiz biraz zahmetli olurdu. Çünkü cep telefonu yoktu. Ya iş telefonu ya da ev telefonuyla görüşürdük. Haliyle bu görüşmelerimiz çok sık gerçekleşmese de gerçekleşenler uzun ve koyu olurdu. Bu muhalif veya protest halinin ne kadar insani olduğunu ve sosyal kalmanın cep telefonunu kullanmama ile bağlantılı olduğunun farkındalığını tespit edişini yıllar sonra anlamıştım.
Sade, nazik, naif ve estetik bir Müslümandı Recep Ali Bey. Yüzündeki daimî tebessümüyle Allah resulünü bize hatırlatırdı her daim. Yaşamındaki sadeliğiyle asrı saadete götürürdü bizi. Eylem ve söylemindeki naif ve nazikliğiyle doyamazdık yanında kalmaktan ve onunla olmaktan. Dinlerken muhatabını ve muhatap olduğu şeyi anlamadaki estetik duruşu ise daima güzelliği arayışın uyanıklığı ve zihni çevikliğin yansımasıydı.
Suyun kendisiyle özleştiği insan evladının en güzellerinden biriydi Recep Ali Bey. Bir su damlasındaki yaratılışın harikalığını herkese anlatmak için su gibi şeffaf su gibi aziz su gibi mukaddesti. Muhtemelen ömrünün büyük bir kısmını suyun insana ulaştırılmasında bir mekân olarak görülen armatür fabrikasını inşa etmedeki ısrarı ve gayreti de bu yüzdendi. Suya her defasında bir kıyafet diktiğinde yani üretim bandına düşen armatür adındaki her yeni ürün onu suyun azizliğine ve şeffaflığına götürürdü. Bu heyecanıyla suyun yeni dudaklara ve kalplere bu vesileyle hatta yeni insan dünyalarına ulaşacağının heyecanını yeniden yeniden yeniden yaşayıp dururdu. Çünkü Recep Ali Bey için her mahsule hayret ve hayranlıkla bakışının altında suyun bu azizliği yatardı. Hatta geçmişten geleceğe suyun hikâyesini bütün insanlığa duyurmak için sanki ömrünün en anlamlı uğraşlarından biri de fabrikalarında inşa ettiği SU MÜZESİ bu gayenin mahsulüydü. Bütün gayret ve imkanıyla bu müzeyi bütün insanlığa ulaştırmak istedi. Hatta ülkemizi UNESCO’da SU MÜZESİ ile temsil etmeyi de başardı. Recep Ali Bey bu başarısıyla başka bir ülkede olsaydı galiba kendisine en büyük devlet nişanı ödülü verilir hatta çok anlamlı bir ödül dahi ona takdim edilirdi. İnanın onun hiç öyle bilinmek gibi bir derdi yoktu. Tek derdi biriktirdiği bu medeniyetin yani suyun tarihî yolculuğunu bütün insanlığın da bilmesi ve suyun o aziz hatırasına muttali olunmasıydı. Şunu da belirtmeliyim Recep Ali Beylerin fabrikasında sadece su müzesi yok aynı zamanda yemekhane ile kütüphane içiçedir. Her çalışan yemeğini aynı zamanda kitap okuyarak hazmettirir ve lezzetine varır. Bedensel tatminiyetin yanında ruhi tatminiyeti bu yemek saatlerinde gerçekleşir.
Çalışanları ona hem çok yakın hem de uzaktılar. Kendilerinden biri gibi görürlerdi her daim. Odasına girebilir ve patron addetmeden sade bir insan olarak iletişim kurabilirlerdi. İşe dönük her meseleyi rahatlıkla konuşabildikleri gibi bireysel durumlarına dair de konuşmak istedikleri zaman o kapının açık olduklarını bilirlerdi. Ancak “Ali Bey çok farklı bir insan farklı zamanların adamı” diyerek de bir mesafe koyar ve çok yakınında olsalar da ondan aslında çok uzakta olduklarını bilirler hemen kendilerine çeki düzen verirlerdi. Hatta en yakınında olan kardeşi Ercan Bey dahi bazen bu duygulara kapılırdı.
O eylem ve söylemlerinde özgündü. Bazı ifadeleri ortaya koyuşunda orijinaldi. Örneğin su Recep Ali Bey’in hayatını öyle anlamlı bir şekilde kaplamıştı ki muhtemelen su ile ilgili dile getirdiği bazı kavramlar sadece ona aitti. Su Kardeşliği bunlardan biri ve en önemlisiydi. Her defasında bilhassa konuşmalarında işi getirir su kardeşliğine dayardı. Hatta muhalifyazarlar.com ailemizin bu nazik ve narin yazarı çoğu yazılarını bu minval üzre kaleme aldı. Ailemiz yastadır. Çünkü Ali Bey artık yazmayan bir kalemle aramızdadır.
Her gerçek gönül ehli gibi Recep Ali Bey de çok mütevazi bir insandı. Tevazusunun ardında yatan gerçeklik, geleneği geleceğe taşıma gayretiydi. Dünyanın çok uzun kalınacak bir ömrünün olmadığını söylerken aslında gayret ve azmiyle de sanki sürekli dünyada kalacakmış gibi bir çalışma ve üretme iklimindeydi. Mamafih insanın sürekli gönül ehli olmasını ve tevazunun insanın birçok problemini çözeceğini söylerdi. Hatta çoğu dost meclisi sohbetlerinde ülkemizin hatta insanlığın en büyük probleminin ne ekonomi ne de ekoloji olduğunu asıl problemin egoloji olduğunu söylerdi. İnsana en büyük fenalığın benlikten geldiğini kendi üslubuyla anlatırdı. Bundandır ki durması gerekirken durması gerektiği yeri bilen gitmesi gerekirken de nereye kadar gitmesi gerektiğini planlayan bir münevver ve iş insanıydı Recep Ali Bey. Sürekli haddini bildiğini ve bilmesi gerektiğini söylerdi. Hatta eskilerin 63 yaştan fazla yaşadıklarında artık haddimizi aştık dediklerini her defasında söylerken galiba çok içten de bu haddi aşmamayı Allah’tan istemiş ki canım Abim tam 63 yaşında vefat etti.
İki evladını kendi elleriyle annesi Hürmüse Hanım’ın yanına defnetmişti. Recep Ali Bey’in de onların yanında mesken tuttuğunu fark edince büyük bir inanca sahip olduğuna ve çok büyük dualar ettiğine tam kani oldum. Bütün yaşadıklarına az çok muttali olduğumdan hayatın yükünün onun sırtında ne kadar ağır olduğunu anladım. Bütün bunlara rağmen hayat daima onda ılık bir gölgeli yaz gibi pozitif boyutundaydı.
Recep Ali Bey’in yaşamında gerçeklik ve görüntüsü birbiriyle tam örtüşürdü. O sadece görev ve başarı öyküsüyle yaşayan bir iş insanı, münevver bir Müslüman değildi. Ailesi ve çocukları tarafından öyle anlaşılırsa bu ona büyük haksızlık olur. Çünkü Recep Ali Bey’in ailesi ile olan iletişimi bilhassa evlatlarıyla olanı her ergenin özellikle babasının mirasını devam ettirmek isteyenin özlemle ve hasretle beklediği bir iletişimdi. Belki ömründe bir defa sert ve kırıcı bir hitapla evlatları güzel kardeşlerim Emre ve Ahmet’e seslenmedi. Onlar kendilerini tanıdıklar yaştan itibaren Emre Bey ve Ahmet Bey hitabıyla büyüdüler. Hem onaylandılar hem de yetki ve sorumluluğu beraber yüklendiler. Hatta bazen bu hitapların altında muhtemelen ezildiler. Bazen tepkisel davranarak önemli bir sevgi dili olan fiziksel temastan yoksun kaldıklarını düşündüler. Recep Ali Bey’den evlatlarına ve iş dünyasının insanlarına kalan en büyük miraslardan biri de bu iletişim modelidir diye düşünüyorum. İçindeki bütün incelik ve zarafet lisanına aksetmiş, bütün yaşamı boyunca ona biçim olmuştu. Estetik bir Müslüman oluşunun bir boyutu da bu lisanındaki naiflik ve latiflikti. Hem en yakınındakilere hem de en uzaktakilere. Senden çok şey öğrendim Recep Ali Bey.
Güzel olana karşı bilhassa ilim bağlamında hassaten özlü sözler kulvarında merak ve tecessüsü onu tanıyanlar için hem en beğenilen hem de en zorda kalınan özelliğiydi. Dinlemeyi çok severdi. O kadar huşyar bir şekilde konuştuğu kişiyi dinlerdi ki onun dikkatini çeken bir sözü hemen not eder, bu sözün temellendirmesini yani sözün sahibini konuştuğu kişiden sorardı. Hiç bilmiyormuş gibi bir eda ve tavırla özellikle içten bir talep ve arzuyla not almaktan yorulmaz, güzel şeyleri kayıt altına almaktan usanmazdı. Hatta vefatından sonra çalışma odasına beni götürünce evlatları hayretler içinde kalmıştım. Çalışma masasının her tarafında küçük notlar vardı. Elime aldığım her kitabın ya birçok sayfasının altı çizili ve derkenar notlarla dolu olduğunu ya da her sayfada birçok not olduğunu gördüm. Çünkü sürekli bilmiyor gibi tavır alır ve bilmek için notlar alıp dururdu. İyi ki hayatımda sana yer açmışım Recep Ali Bey.
Dünya büyük bir kent hem de en tepelerde bir yerde siz de onun içinde bir kaşıkçı elması idiniz Recep Ali Bey. Değeriniz büyüdükçe tepeniz küçüldü. Ve hiç beklemediğimiz bir anda o tepeden düşüverdiniz Recep Ali Bey.
Bir boşluk açıldı hayatımızda. Siz yalnızlığımızı gideren iyi bir dost idiniz.
Bir sayfa kapandı yaşamımızdan. Siz güzel yazıların yazıldığı bembeyaz bir sayfamızdınız.
Bir kelime kayboldu dimağımızdan. Kökü yerin derinliklerinde gövdesi zeminin güzel yerinde gölgelik yapan bir kelimeydiniz.
Bir yıldız kaydı dünyamızdan. Semamızdaki parlak yıldızlarımızdan biriydiniz.
Ve bir insan artık yok yolculuğumuzun kervanında. Kervan umarım tiz zamanda kendini toplar ve sana kavuşur Recep Ali Bey.
Hayatın ölüm tarafında görüşmek üzere Recep Ali Bey görüşmek üzere…