İnsan doğasının en temel ve en karmaşık yanlarından biri, iç dünyasını dışa vurma şekilleridir. Bazen bir sevinci, bir kaygıyı ya da bir korkuyu başkalarıyla paylaşma ihtiyacı hissederiz. Bu, sanki bir yükü hafifletmek ya da bir neşeyi katlamak gibidir. Düşünsenize, bir arkadaşınızla paylaştığınız şahane bir seyahat anısı, o anıyı tek başınıza hatırladığınızdan çok daha canlanmaz mı? Ya da sizi endişelendiren bir konuyu güvendiğiniz biriyle konuştuğunuzda, o endişenin bir nebze olsun azaldığını hissetmez misiniz? Paylaşmak, bizi başkalarına bağlayan görünmez bir köprü gibidir.
Ancak bazen de tam tersi bir ihtiyaç ortaya çıkar. Bazen insan, her şeyi sessizce, kendi içinde yaşamak ister. Bir köşeye çekilip kendi düşünceleriyle baş başa kalmak, bir çeşit arınma ve yenilenme sürecidir. Tıpkı bir yazarın, en derin fikirlerini kâğıda dökmek için herkesten uzaklaşması gibi, kendimizi dinlemek için yalnız kalmaya ihtiyaç duyarız. Bu, iç sesimizi duymamızı sağlar.
Bir de “hayır” diyebilme gücü var. Bu, belki de en zor olanıdır. Toplumun, ailenin veya arkadaşların beklentilerine karşı kendi benliğimize, değerlerimize ve inançlarımıza sahip çıkmak demektir. Mesela, herkesin katıldığı bir etkinliğe katılmak istemediğinizde, sırf başkaları kırılmasın diye ‘evet’ demek yerine ‘hayır’ diyebilmek, aslında kendinize olan saygınızın bir göstergesidir. Tıpkı sanatçının, popüler akımlara uymak yerine kendi özgün tarzını yaratması gibi, ‘hayır’ demek de kendi yolumuzu çizebilmemizi sağlar.
Bir insanın normal ve sağlıklı bir birey olabilmesi için bu üç yaklaşımın hepsini sergileyebilmesi gerekir: paylaşmak, yalnız kalmak ve ‘hayır’ diyebilmek. Ancak bu yeterli değildir. Asıl mesele, bunları korkmadan, yerinde ve dengeli bir şekilde yapabilmektir. Sürekli olarak herkese “hayır” diyen, her şeye karşı çıkan bir insanı düşünün. Bu kişi, kendini izole eder ve iletişim köprülerini yakar. Ya da tam tersi, her şeye “evet” diyen, kendi benliğini hiçe sayan bir insan da potansiyelini gerçekleştiremez. Sevindiğinde bunu arkadaşlarıyla paylaşabilen, ancak bir sorunla karşılaştığında önce kendi başına düşünme cesaretini gösterebilen birini hayal edin. Ya da kendisinden beklenen bir işin kendi değerlerine uymadığını fark ettiğinde kibarca “hayır” diyebilen birini. İşte bu, kendi olabilmenin en temel göstergesidir. Kendi olmak, bir nevi üç boyutlu düşünmeyi gerektirir: kendimizi tanımak (bilişsel), kendimizi olduğumuz gibi kabullenmek (duyuşsal) ve bu bilgiyle başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurmak (davranışsal).
Kendi olmayı başaran bir insan, bir takım ayırt edici özelliklere sahiptir. Bu kişi, düşünce ve duygularının sorumluluğunu alır. Hata yapmaktan korkmaz, aksine hatalarından ders çıkarır. Tıpkı bir sporcunun, kaybettiği bir maçtan sonra pes etmek yerine, neyi yanlış yaptığını analiz edip daha çok çalışması gibi.
Bu insanlar, hayata karşı esnektirler ve sorunlarla başa çıkmak için mizah gibi yapıcı yöntemleri kullanabilirler. Amaçlarına ulaşmak için gereken çabayı gösterirler, ancak kendilerini haddinden fazla yormazlar ve nerede durmaları gerektiğini bilirler. Sahip olduklarının kıymetini bilirler ve gerçekçi beklentilere sahiptirler. Kısacası, umutları yüksektir ve bu umutları besleyen şey, taklitçilik değil, kendi özgün potansiyellerini geliştirmektir.
Unutmayın, kendimiz olmayı başaramazsak, ne kadar çabalarsak çabalayalım, bir türlü ‘tam’ olamayız. Kendinize ait olmayan bir elbiseyle ne kadar rahat hissedebilirseniz, başkasını taklit edebildiğiniz kadar kendiniz olabilirsiniz ki bunun adına “kendine yabancılaşma” deniyor.
Peki, siz bu üç yaklaşım arasında nasıl bir denge kurduğunuzu düşünüyorsunuz? Bu soruya cevap vermeyi kolaylaştıracak bazı ölçütler aşağıda verilmiştir.
Bu dengeyi kurabiliyorsanız, zaman ve enerjinizi dengeli ve tutarlı kullanabiliyorsunuz demektir ki bu da ruh sağlığının en temel koşuludur. İnsanlar size olmanız gereken insan gibi değil olduğunuz insan gibi davranmaya başlar ki bu da yalnızlığın ilacıdır. Bunu başardığınız da yani yerinde ve zamanında hayır, karşı olma ve uzak durmayı başardığınızda psikolojik sınır koyabildiğinizin göstergesidir ki bu da duygularda yaşama değil duygu ile yaşama sanatıdır. Bunu başaran insan başkası ile yarışmak yerine kendi ile yarışmayı başarmış demektir ki bu da üretken olabilmenin ön koşuludur. Buna başaran kişiyi tahmin etmek, ön görmek ve ne zaman ne yapacağını bilerek kendi ayarlama rehberidir ki bu güvenilir insan olmanın anahtarıdır. Bu başarabilen insan nerede olduğunu ve nerede olabileceğini bilen ve olmak istediği yere nasıl ulaşacağını bilen insandır ki buda haddini bilmenin en güzel göstergesidir.