Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Zamanın Aynasında

Zamanın Aynasında

Kıştı. Ama Antalya, mevsimi unutmuş gibiydi. Hava yumuşaktı, rüzgâr hafifti. Gökyüzü masmavi, deniz sakindi. Böyle günlerde insan mevsimlerin değil, zamanın yavaşladığına inanmak istiyor. Şehir sanki hafifçe nefes alıyordu. Büyük oğlum, yıllardır aralıklarla gittiğimiz ve artık bir baba-oğul geleneğine dönüşen Antalya Müzesi’ni yine ziyaret etmeyi teklif edince tereddütsüz kabul ettim.

Kapıdan girerken, geçmiş sanki göğsümden içeri adım atıyordu. Biraz heyecanlandım, biraz ürperdim. Salonlar arasında dolaşırken turist gruplarına istemsizce yaklaştım. Dillerini tam anlamasam da Almanca konuşan bir rehberin Likya lahitlerini anlatışındaki ritmi algıladım. Diğer tarafta bir Amerikalı grubun Helenistik heykeller önünde sessizce kendilerine açıklama yapan kişiyi dinleyişlerindeki sükûneti hissettim. Söz geçmese de duygu geçti. Sonra, kendi iç sesim daha da belirginleşti.

Sergilenen her eşya, her figür, her çatlamış çömlek parçası birinin elinden çıkmıştı. Hepsi bir hayatın içinden gelmişti. Şimdi sessiz, gösterişsiz ama güçlü bir varlıkla karşımızdaydılar. Bu parçaların arasında yürürken kendi geçiciliğimi düşündüm.

Bir gün ben de gideceğim. Hatırlanacak mıyım? Adım bir yere yazılacak mı? Belki evet, belki hayır! Belki sadece birkaç kişi kısa bir süre anımsayacak. Sonra onlar da unutulacak. Sonra hepimiz.

Ama asıl soru şu: Bu gerçekten önemli mi?

Büyük İskender’in heykelinin önünde bu soruyla baş başa kaldım. Mermerde şekillenen yüz hâlâ güç taşıyordu. Bir zamanlar dünyayı fethetmek isteyen bir adamın devasa heykeli şimdi bir salonun ortasında duruyordu. Binlerce göz ona bakıyor ama kimse onu tanımıyordu. Onun bile ölümsüzlük çabası birkaç satırlık bilgi notuna sıkışmıştı. Kalıcılık belki de gereğinden fazla büyüttüğümüz bir hayaldi.

İşte bu yüzden, lahitlere verilen onca emeği ve gösterişi anlamakta zorlanıyorum. Neden bir bedenin ardından bu kadar taş, bu kadar yontu, bu kadar anlatı? Neden zenginler ve iktidar sahipleri ölümlerini bu kadar görünür kılmak istiyorlar? Belki o dönemlerde bu lahitler yalnızca birer mezar değil, sonsuzluğa açılan birer kapı olarak görülüyordu. Belki de insan, ne kadar güçlü olursa olsun sonunda bir taş parçasına tutunmak istiyordu. Ama içimden bir ses hâlâ fısıldıyordu: “Bu kadar taş, bu kadar şekil, bu kadar anı... Ne kalıyor geriye?” Belki hiçbir lahit, insanı sonsuz yapmaya yetmez. En kalıcı olan, yaşayanların belleğinde kalan sessiz izdir. O da zamanla silinir.

Bir başka salonda yün eğirme aletlerinin önünde durdum. Bunlar binlerce yıl önce kullanılmıştı. Yakın zamana kadar Yörükler tarafından kullanıldıklarını öğrendim. Bu bilgi beni düşündürdü. Zaman düz bir çizgi değil, dönen bir çark gibiydi. Biz bu çarkta sadece kısa bir dönemeç miyiz? Yoksa daha fazlası olabilir miyiz?

Bahçeye çıktık. Hava hâlâ ilkbahar gibiydi. Körfez sakindi, gökyüzü berraktı. Bir masaya oturduk. Etrafımızda kediler dolaşıyordu. Oğlum, birini sevmek için elini uzattı. Kedilerden biri yanımıza gelip şöyle bir baktı, sonra ilgisini kaybedip uzaklaştı. Bir tarihi eserin dibine kıvrıldı, gözlerini kapattı. Ne bizi umursadı ne de bulunduğu mekânı. Belki yaşam budur. İz bırakmadan geçip gitmek! Ama bu geçişin içinde bir anlam, bir farkındalık taşıyabilmek.

Antalya Müzesi bana bu kez bir tarih dersi vermedi. Daha çok bir varlık dersi verdi. Bu ders, uzun açıklamalardan ya da kalabalık anlatımlardan doğmuyordu. Sessizlikte ortaya çıkıyordu. Mermerin soğuk yüzünde, bir kedinin kayıtsız bakışında beliriyordu. İçimde yükselen sorularla tamamlanıyordu.

Bazen bir müze yalnızca geçmişi değil, insanı kendine anlatır.

Güncellenme Tarihi
  • 06 Temmuz 2025, 20:20
Yazının Adı
Zamanın Aynasında